İçerik

Seyda Molla Hüseyin Elçi

Seyda Molla Hüseyin Elçi

 Kesin olmamakla beraber Seyda miladi 1921 yılında Siirt’in Eruh ilçesi Binêrve (Ekmekçiler) köyünde dünyaya gelmiştir. Sekizinci dedesine kadar yukarıya doğru sülalesi şu şekildir: Ahmed, İbrahim, İsa, Musa, Yusuf, Halid, Abdullah, Muhammed. Ailesi Kuzey Irak bölgesinden Botan bölgesinin bir köyü olan Hêşeta ber-i sipî köyüne, oradan Nivilâ köyüne, oradan da Binerve’ye taşınmışlar. Annesi adı Züleyha hanımdır.

Babası sofi Ahmed ilim tahsili imkânı bulamamış ama çok muttaki, helal-haramına son derece dikkat eden, cami-cemaat müdavimi, keramet sahibi bir zat olup ilim ve âlimleri çok severdi. Maddi olarak çok fakir olup Şeyh İbrahim Hakkı Basretî’nin müridi idi.

Seyda ilim rahlesini özetle şöyle anlatır:

“Kur’an-ı Kerim’i ve Şerh’ül Muğnî kitabına kadar ki kitapları kendi köyümde medrese talebelerinin yanında ve köy imamı Molla Abdurrahman-ı Torıkî’nin yanında okudum. Ondan sonra Tirim köyüne Şeyh Abdurrahman-ı Şavirî’nin] ardeşi olan Molla Abdulhadi’nin yanına gittim. Tekrar köyüme döndüm ve bu arada köyümüze taşınmış olan Molla Ahmed-ı Êrsî’nin iki oğlu Molla Abdurrezzak ve Molla Abdurrahman ile Şeyh Muhammed-ı Nîpilî’nin oğlu Şeyh Seyyid Kemaleddin’in yanında  Teftazananî’nin Tedric’ül Edanî isimli kitabını okudum.

Daha iyi tahsil gayesiyle Molla Bahaddin, Molla İsmail ve Molla Hasan isminde üç arkadaşla beraber tahsil için Bitlis’e gittik. Bitlis’te Molla Hasan rahatsızlanması sebebiyle uzun yola devam edemeyeceğini söyledi ve Norşin’e gitti. Diğer iki arkadaşla Erciş’e oradan da Arnis’e kadar gittik ama yanında ders okuyabileceğimiz bir âlim bulamadık. Neticede Hirişat köyünde Ferhot ağanın oğlu ve Hüseyin Paşa’nın torunu olan Ebubekir ağanın evine misafir olduk. Ağaya bu çevrede yanında ders okuyabileceğimiz birinin olup olmadığını sorduk. Ağa “bu gün gidin yarın gelin size söylerim” dedi. Sabah gittiğimizde birkaç arkadaşıyla birlikte Seyda Molla Kasım-ı Şirvî’nin orada olduğunu gördük. Molla Kasım muhacirlik zamanında bizim köye gelmişti. Ağa bize:

-       Bakın fekiler! Eğer gerçekten okumaya azimli iseniz bu seydadan daha iyi bir seyda bulamazsınız, dedi.

Seydaya yanında okumak için teklifte bulunduk. Seyda bize:

-       Öğrencilerim çoktur. Hepinizi alamam, dedi.

Kendisine gizlice:

-       Tek başıma gelirsem bana yer verir misin? dedim.

-       Başım üstüne sen gel. Bütün ihtiyaçların bana ait.” dedi.

-       Peki gelirsem sizi nerede bulacağım, dedim.

-       Patnos’a bağlı Harabekork köyüne geleceksin, dedi.

Mezkûr Seyda ile beraber tekrar Erciş’e gittik. Ama okuyacak bir medrese bulamadık. Arkadaşlarım:

-       Buralarda medrese bulamayız. Hadi köyümüze geri dönelim, dediler.

-       Siz gidiyorsanız gidin, ben dönmem. Sonra millet bize “yahu herkese vardı da size mi yoktu?” demez mi? dedim.

Arkadaşlarım çok ısrar ettiler. “Sen küçük yaşınla bu gurbette tek başına ne yaparsın?” dedilerse de ben kararımdan vazgeçmedim. Gerçekten de o zaman ben çocuk sayılacak yaşta, tahminen 17 yaşlarında idim.

Orada vedalaştık. Onlar döndüler. Küçük yaşımla gurbet diyarında yapayalnız kalmıştım.  Bir bahçe duvarının dibine oturup doyasıya ağladım. Biraz sonra baktım dört beş tane kağnılarıyla şehir tarafından bir kervan geldi.

-       Dayı! Nereye gidiyorsunuz? diye sordum.

-       Patnos’a, dedi birisi.

-       Beni de götürür müsünüz? dedim.

-       Yol paran varsa gel, dedi diğeri.

Duraksadım. Boynumu büktüm. Çünkü hiç param yoktu.

-       Gel gel, atla. Şaka yapıyor, dedi birincisi.

Kağnılardan birine bindim. Zaten hepsi de boştu. Beraber onların köyü Şeytanava’ya geldik. Orada şiddetli bir hastalığa yakalandım. Tam on beş gün yatakta kaldım. Biraz iyileşince köyün muhtarı Abdulhamid’le atına binip Patnos’a Şeyh Salih’in evine gittik. Durumumu şeyhe arz ettim. Biraz sonra yakın bir köyden misafirleri geldi. Yemekten sonra şeyh gelen misafirlere:

-       Alın bu talebeyi beraberinizde götürün. Seydasına teslim edin, dedi.

Beraber Harabekork köyüne geldik. Ama içimde de ya Seyda beni almazsa ne yapacağım diye de korkuyordum. Çünkü ona teklif ettiğim zaman üzerinden iki hafta geçmişti. Seyda Molla Kasım’ı sorduk. O gün köyde değilmiş. O gece medresede talebelerle kaldım. Sabah Seyda geldi. Beni görünce çok sevindi:

-       Arkadaşların nerede? dedi.

-       Onlar gittiler efendim, dedim.

-       Sizden ayrıldıktan sonra köye geldim. Durumu köy ağası Derviş beyin oğlu Hacı Aslan beye söyledim. Aslan bey “hay Allah senden razı olsun! Sen bir tanesini idare edebiliyordun da biz bütün köy diğer ikisini idare edemez miydik? Keşke o talebeleri getirseydin” demişti de ben sizi getirmediğime çok üzülmüştüm. İyi ki sen geldin, dedi ve ekledi:

-       Arkalarından gitsek yetişir miyiz?

-       Hayır seydam! dedim. Onlar çoktan gitmişler.

Harebekork’te Molla Kasım’ın yanında Molla Cami kitabına kadar okudum.”

Seyda Erciş’te arkadaşlarıyla vedalaşırken tespihi ve mendili o iki arkadaşında kalır. Arkadaşları köye döndükten sonra Seyda’nın ailesi onlardan Seyda’yı sorarlar. Durumu anlatırlar ama kimse inanmaz. Çocuk başına gurbet elde nasıl tek başına kalabilirdi ki? Bazıları onun öldüğünü düşünür. Diğer bazıları ise arkadaşlarının onu öldürdüğünü, tespih ve mendilinden hareketle, eşyalarını dahi bölüştükleri iddiasını ortaya atar.

Aradan uzun zaman geçer ama seydadan haber alınmaz. Artık herkes onun öldüğüne ya da öldürüldüğüne tam kanaat eder. Üç yıl Harabekork’te kaldıktan sonra Seyda izin alır ve köyünün yolunu tutar.

 Uzun ve zahmetli bir yolculuktan sonra Siirt’e gelir. Semanan köprüsünden geçer. Nepile’ye gelir. Seyitlerden olan Şeyh Muhyeddin ve Şeyh Muhammed’i ziyaret eder ve onlarla akşam namazını kılar. Gece misafir etmek isterlerse de seyda durmaz, yoluna devam eder. Köyün aşağısında iki çocuk görür. Çocuklardan biri, seydanın yeğeni olan arkadaşına:

-       Hey! Bak dayın geldi, der.

-       Gelsin ne olmuş, diye cevap verir yeğeni, hiç umursamadan.

-       Ulan şu ölen dayın!!! der.

-       Ölen dayım mı???!! Ne diyorsun sen? Dayımın kemikleri toprak altında çürüyeli ne kadar zaman oldu, diye cevap verir.

Seyda onlara yaklaşır. Yeğeni gözlerine inanamaz. Çocuk aklıyla:

-       Dayı sen ne zaman dirildin? Hani sen ölmüştün? diye sormaktan kendini alamaz. Dayısına sarılır:

-       Doğrumu bu? Sen dayımsın değil mi? der.

Seyda artık kendisinden umut kesildiğini anlar. Onun da içine bir sızı girer. Demek ki beni ölmüş biliyorlar diye düşünerek devam eder yoluna. Artık hava iyice kararmış, köyün girişine vardığında yatsı ezanı okunmaktadır. Doğruca eve gider. Kapıyı çalar:

-       Hey! Misafir ağırlar mısınız?

-       Bir dakika sabret. Ev sahibi namazını kılsın.

Annesidir cevap veren. Babası yatsı namazı için camiye gitmiş. Abisi Musa’da evde namaza durmuş. Geliniyle tek evdeler annesi. Onunla erkeklerin ilgilenmesi için biraz beklemesini isterler. Seyda tekrar:

-       Hey! Misafir ağırlar mısınız? der. Aynı cevabı alır. Üçüncü seferinde de aynı şekil seslenir. Anne bu sabırsızlığa sinirlenir. Yabancı bir erkeği kendi başına içeri alma niyetinde değil:

-       Git yoluna! Misafir almıyoruz, der.

-       Welle[3] alırsınız. Mecbur alacaksınız, der seyda ve içeri girer.

Bir çocuk olarak yolladıkları Hüseyin aradan geçen üç yıl içinde iyice değişmiş, şivesi bile artık onu bir yabancı gibi algılanmasına sebep olmuştur. Evde elektrik, lamba, çıra gibi bir aydınlatma aracı olmadığı için içeri giren misafiri seçemiyorlardı. Girişte çarığının bağlarını çözmekle uğraşırken yengesi dikkatlice bakınca onu tanır. Annesinin yanına sokulur:

-       Anne bu gelen Hüseyin’dir, der. Anne inanamaz:

-       Hey gözlerim kör olasıca! Ne Hüseyin’i? Kim bilir kemikleri hangi toprakta çürüdü Hüseyin’imin? der. Deşilen yaraya anne yüreği dayanmaz ağlamaya başlar. Yenge iddialıdır:

-       Anne! Vallahi odur.

Annenin yüreğinde bir umut yeşerir, koşar, çarığının bağlarını çözmek için eğilmiş yavrusunun başını kaldırır. Yanan şöminenin ışığına tutar:

-       Doğrumu? Sen Hüseyin’im misin? der.

Anne de oğlu olduğuna kanaat edince dayanamaz yere yığılır. Bir süre baygın kaldıktan sonra kendine gelebilir. Bu arada ağabeyi de namazını bitirmiş aynı şaşkınlık ve sevince o da ortak olmuştu. Yenge müjdeyi babasına vermek için dışarı fırlamış, camiden dönen Sofi Ahmed’e:

-       Müjde baba!!! Hüseyin gelmiş.

Baba inanamaz:

-       Yalan söylemiyorsun değil mi?

-       Vallahi! Evde oturuyor.

Baba, anneye nispetle daha metanetlidir doğal olarak. Heyecanla eve gelir ve umudunu kestiği Hüseyin’ine oda kavuşur.

*      *     *

Vuslat günleri çarçabuk bitmiş, Seyda ilim yolculuğuna tekrar çıkmak zorundadır. Seyda bundan sonrasını şöyle anlatır:

“ İzin dönüşünde Oxin’e gitmek istedim. Yer bulamadım. O sene “kıtlık yılı” olarak meşhur olan yıldı. Saruh köyüne Seyda Molla Abdullah’ın yanına geldim. Seyda:

-       Oğlum molla Abdurrahman sana ders versin, dedi.

On gün kadar oğlunun yanında ders okudum, dersi beni tatmin etmiyordu. Birkaç sefer seydaya:

-       Seydam siz bana ders verirseniz burada kalırım. Aksi takdirde gideceğim, dedim.

Her seferinde:

-       Tamam, tamam dedi.  Seyda gerçekten beni seviyor ve çok değer veriyordu ama aradığımı bulamadığım için oradan Bidar köyüne Şeyh Ahmed’in yanına gittim. Şeyh:

-       Bizim boş yerimiz yok. Bu sene kıtlık senesidir, imkânımız yok, dedi.

Dayım Abdülkerim’in oğlu Molla Yusuf’la beraber Patnos’a, Tırtop’a Molla Reşid’in yanına geldik, yer bulamadık. Nihayet Külungo’ya geldik. Durumu Şeyh Masum’a arz ettik. Çok teessüf etti ve:

- Vallahi bizde de yer yok. Ben Botî talebeleri severim. Sizi göndermek istemezdim. Ama ne yapalım, imkânlar el vermiyor. İsterseniz Marnik’e gidin. Orada Molla Abdullah var. Çok iyi bir âlimdir. Sizin için bir mektup da yazarım. O size yer verir, dedi.

Bize bir mektup yazıp verdi. Yola çıktık. O gece Demirçi’ye, geldik. O zaman Şeyh Takyeddin ve Şeyh Nasır ikisi de oradaydılar. Durumumuzu onlara da söyledik. Bize:

-       Madem öyle, burada kalın. Bizde okuyun. Ama tahsil yapmanız şartıyla! dediler.

-       Tamam, kalalım. Bir süre bizi deneyin tahsil yapmazsak gideriz, dedik.

Oraya yerleştik. Korkudan iyi de bir tahsil yapıyorduk. Şeyh ailesinin çocuklarına da Kur’an dersi veriyorduk. O zaman Şeyh’in oğlu Abdullah Amme cüzünü okuyordu. Hatta Şeyh’in haremi:

-       Bu talebelere sahip çıkın ki gitmesinler. Çocuklarımıza iyi ders veriyorlar, demişti.

Bir hafta kadar kaldık. Derslerimizle tatmin olamadık. Az ders alıyorduk. Şeyhe:

-       Böyle olursa gideceğiz. Biz iyi bir eğitim arıyoruz, dedik.

Şeyh:

-       Şimdi ot biçme sezonu olduğu için biraz gevşeme var. Yoksa tahsilimiz iyidir, dediyse de orda da durmadık. Nok köyüne Molla Salih’in yanına geldik. Orda da yer bulamadık. Marnik’e geldik. Seydanın Oxin’e gittiğini söylediler. Biz de Oxin’e gittik.  Şeyh Alaüddin:

-       Vallahi boş yerimiz ve imkânımız yoktur. Ya Haştax’a Molla Seyfeddin’in ya da Karabu’ya Şeyh Şefik’in yanına gidin, dedi.

-       Şeyhim! Tam kırk gündür dolaşıyoruz bir yer bulamadık. Her halde Allah bize ilim nasip etmemiştir. İyisi biz köyümüze geri dönelim. Bu söylediğiniz köylerden hangisi yolumuzun güzergâhında ise sorarız. Olmadıysa evimize döneriz, dedim.

-       İkisi de yolunuz üzeredir, dedi Şeyh.

Nasip oldu orada Şeyh Alaüddin’e intisap ettik. Oradan Mutki ilçesine bağlı Haştax köyüne gittik. Dışarıda çalı-çırpıdan yapılmış bir yazlık çardağın altında seyda ders veriyordu. Molla Yusuf’a:

-       Gel biraz seydanın dersini dinleyelim. Takririni beğenirsek kalırız. Yoksa hiç kalmak için teklif etmeye de gerek yok, dedim.

Nihayet orada yerleşebildik. Molla Cami ve Suyutî’yi okudum. Seydamız sonbaharda hacca gitme hazırlığına başlamıştı. O zamanlar hacca gidiş-geliş yaklaşık altı ay sürerdi. Seyda bu süre içerisinde yerine bakacak birini arıyordu. Bana:

-       Ben hacca gidip gelene kadar hem evime hem cami ve talebelerime sen bakar mısın? Vallahi senden daha ehil ve güvenilir birisini bulamam, dedi.

-       Hayır! Ben henüz talebeyim. İlmimi ikmal etmem lazım. Bu kadar zaman derssiz kalamam, dedim.

Bunun üzerine mensubu olduğum Şeyh Alaüddin’e gidip :

-       Şeyhim! Oğlum da kardeşim de var ama vallahi ben Molla Hüseyin’den başka kimseye güvenmiyorum. Kalması için siz ona bir söyleseniz, diye istirham etmiş.

Şeyh, yanına gitmem için haber salmıştı. Oxin’e gittim. Bana:

-       Seydan hacca gidip gelene kadar yerine baksan olmaz mı? dedi.

-       Kurban! Tahsilime devam etmek istiyorum. Bu kadar zaman derssiz nasıl duracağım? dedim. Bunun üzerine Şeyh:

-       Ben kefil olurum ki sen, hacca gidip gelene kadar seydanın yerine bakarsan bu süre zarfında ders okumandan daha çok istifade edeceksin, dedi.

 Bu talimat üzere mecburen kabul ettim. Böylece hem köyün imamlık vazifesini hem talebelerin tedrisatını altı ay kadar sürdürdüm. Aynı zamanda seydamın ailesinin ihtiyaçlarını da ben görüyor onlara göz kulak oluyordum.

Seydam hac dönüşü bana hediye olarak Mısır baskısı bir el-Behcet’ül-Mardiyye, bir İbn-i Kasım bir de Feth’ül-Müîn kitabını getirmişti. O el-Behcet’ül-Mardiyye kitabına çok emek vermiştim. Şeyh Alaüddin’in ders notlarını eklemiş, tashihini yapmıştım. Neticede onu kaybettim maalesef.

Eve gitmek için izin aldım. Eve geldim. Babam:

-       Bak oğlum Allah daha iyi bilir ama benim ölümüm yakındır. İsterim ki öldüğümde sen cenazemi yıkayasın. Başkası güzel yıkamaz, dedi.

Bunun üzerine Halenze köyüne gidip Seyda Molla Abdulhakim’in yanında Semkâtî’ye başladım. O aralar aynı medresede büyük talebe olarak benimle beraber Şeyh Es’ad’ın oğlu Molla Müşerref-ı Hünûkî, şu an Siirt merkezde müderris olan Molla Bedreddin Sancar, Molla Sülhaddin ve başka bir arkadaşımız daha vardı.

Seydamız çok muammer idi. Gözleri de artık çok az görüyordu. Bize:

-       Vallahi artık derslere takatim yoktur. Her birinize 15 dakika, toplam bir saatten fazla ders anlatamam, dedi.

Tabi ben bununla yetinmedim. Bu arada Bitlis tarafına bir kervan yola çıkacaktı. Oxin’e gitmek üzere kervanla yola koyuldum. Yol güzergâhımda bulunan Bitlis’in Qultik [4] köyüne gece misafir oldum. Akşam hava açık, yerlerde kar namına bir şey yoktu. Sabah kalktığımızda bir metreye yakın kar yağmış yollar kapanmıştı. Şiddetli bir fırtına hüküm sürüyordu. Ben yine de yola koyulacaktım. Köylülerden Hacı Ömer:

-       Bu şartlarda yola devam etmen imkânsızdır. Hem zaten sen yolları da bilmezsin. Gidersen bu dağlarda donarsın, dedi.

Gayr-ı ihtiyarî köyde kaldım. Köyün İmamı ve aynı zamanda iyi bir âlim ve müderris olan Norşin’li Molla Mustafa’nın oğlu Molla Muhammed’in yanında Semkâtî’ye başladım. Muhatasar’ül-Maanî kitabına kadar okudum. Ev izni için memlekete geldim. Bu arada babam vefat etmişti. Son hastalığında yanında bulunmayışımdan çok üzülmüştü. Hatta kardeşimi Halenze’ye peşime göndermiş beni bulamamışlardı. Bir köylü babamı rüyada görmüş, babam ona “beni yıkadılar ama iyice yıkamadılar” demiş.

Ben Qultik’teyken babamın vefat ettiği gece bir rüya gördüm. Rüyamda köyümüzün mezarlığındaydık. Sanki bir cami temeli kazıyorduk. Temelden kireç gibi bembeyaz bir toprak çıkıyordu. Sabah rüyamı seydama anlattım. Yorumunu şimdi hatırlamıyorum ama babamın o gece vefat ettiğini tahmin ediyordum. Seydam babamın vefat ettiğini duymuş ancak bana söylememişti.

İzinden sonra Qultik’e geri dönüp tahsilime devam ettim. Bir sonraki ev iznine geldiğimde artık annemi de göremedim. O da vefat etmişti.

*      *     *

Seyda, Qultik’te vakarı, ilme olan düşkünlüğü ve takvası ile herkes tarafından sevilen sayılan bir öğrencidir. Hocası da ona ayrı bir önem verir. Gelen öğrencileri medreseye kabul veya red işini ona bırakır. Hatta öğrencilerinin yarısının dersini de ona teslim eder. Seyda’nın metinlerini ezberlemek için iki ağaç arasında gidip geldiği yerde ot yeşermezdi. Kenarlarında dahi bir boy otlar yükseldiği halde o güzergâhta hiç ot yeşermezdi. Bütün köy halkının dilinde bu konu konuşulurdu.

Medresenin komşusu âmâ ve muammer bir kadın vardı. Seyda ezan okumak için onun damına çıkardı. Kadınla her karşılaştığında da hal hatırını sorar, gönlünü alırdı. Kimsesi bulunmayan kadın da Seydayı oğlu gibi sever ona “umudum” derdi. Bazen çocuklar kadının elinden tutar Molla Muhammed’in evine götürür. Mollanın hanımı ve annesiyle muhabbet ederlerdi. Tabi bu arada tüm köylüler tarafından takdir edilen Seyda’dan da bahsedilirdi.

Yaşlı kadın, Seyda’ya hocasının kızından bahseder ve kendine onu istemesini telkin eder. Hulasa Seyda hocasının kızını ister. Hocası hem babadan hem anneden yetim kalmış, memleketi çok uzak olduğu ve de kızından yaklaşık 15 yaş büyük olduğu için tereddüt eder. Zaten kızı da henüz 14 yaşlarında olduğu için evlilik için erken olduğunu düşünür. Ama yine de Seyda’nın ailesini ve köyünü gelip giden kervanlardan soruşturup bilgi toplamaktan geri durmaz. Aldığı cevaplar hep olumludur. Hanımı ve annesi ise tüm köylüler tarafından sevilen bu öğrenciye kızlarını vermek isterler. Tabi yaşlı kadının kulisi de az etkili olmamıştır. Neticede iş Şeyh Alaüddin’e intikal eder. Şeyh Alâeddin bu isteği onaylar ve Molla Muhammed’e: “Kızınızı neden Molla Hüseyin’e vermiyorsunuz. Hâlbuki o sâlih ve takva sahibi bir talebemizdir. Onda nuranî cevherler vardır. İnşallah büyük bir zât olacak” der. Molla Muhammed de bütün tereddütleri bir kenara bırakarak mutlak bir teslimiyetle mürşidinin sözünü dinler ve kızını Botan’a götürmemesi şartıyla evliliği kabul eder.

*      *     *

Bundan sonrasını Seyda şöyle anlatır:

Seydamın hacca gitmesi üzerine ben Oxin’e geldim. Muhtasar’ül Maanî ve Şerh’üş Şemsî yerine okutulan Mirab’ül-Feth kitaplarını Şeyh Alaüddin ve oğlu Şeyh Asım Seydalarımın yanında okudum. Ev izni için memleketime döndüm.

İzinden sonra Terhen köyüne Şeyh Abdurrahman’ın yanına gittim ve Cem’ul-Cevami’ kitabının bir kısmını onda okudum. Bu arada biraz da hastalıklarla muzdarip olmuştum. Dayım uğlu Molla Yusuf illa buradan gidelim diye tutturdu. Ne kadar uğraştıysam da onu ikna edemedim. Onun hatırı için Şirvan’a bağlı bir köy olan Hêsras köyüne geldik.  Cem’ül Cewamî’in kalan kısmını burada iyi bir âlim olan Molla Abdulalim’in[5] yanında okudum. Böylece medrese tahsilim sona ermişti.”

*      *     *

Artık sıra bir köy bulup imamlık ve tedrisat hayatına başlamaya gelmişti. Bu niyetle Kultik’e Seydam Molla Muhammed’in yanına geldim. Seydama niyetimi söyledim. Ben, seydamın kardeşi Molla Ahmet ve seydamın öğrencisi Papisniğ köyünden hacı İsmail’in oğlu Molla Abdülkerim’le beraber Ramazan ayı imamlığı için köy aramaya çıktık. Norşin’e Şeyh Taha’nın yanına geldik. Bizi Kinikar’a Şeyh Abdülkerim’e yönlendirdi. Velhasıl kısmet olmamıştı, bir köy bulamadan Kultik’e geri döndük. Seydam, sırtını ağaca dayamış talebelerine ders veriyordu. Ben de üzüntülü bir şekilde oturmuş düşünüyordum. Bir ara seydama sitem eder bir tavırla:

-       Seyda! Ben böyle boş kalmışım. Sen ise derslerine devam ediyor hiç oralı olmuyor, keyfine bakıyorsun, dedim.

Tevafuk Por[6] köyünden olan Şeyh Abdullah oradan geçiyordu. Seydam onu görünce:

-       Buldum, dedi. Por’a git.

-       Hay Allah senden razı olsun! Sen de benimle alay ediyorsun. Molla Mahfuz, Molla Cemil ve molla Cemal gibi alimlerin idare edemedikleri Por’da ben nasıl imamlık yapabilirim? dedim.

-       Hayır, dedi. İnanıyorum sen gayet iyi yaparsın.

Bunun üzerine Şeyh Abdullah’ı çağırdık. Durumu söyledik.

-       Tamam dedi. Ancak benim hiç haberim yokmuş gibi Hacı Musa’nın evine git. Teklifi ona yap.

Ertesi gün Por’a, Hacı Musa’nın evine gittim. Ramazan ayına girmiştik. Konuştuk. Beni sordu. Ben mahsustan:

-       Kotni köyüne gidiyorum, dedim. 

Hacı Musa kendi köyünü çok övdü ve imam olarak orda kalmam için ısrar etti. Kısmet oldu orada kaldım ve göreve başladım. İki-üç gün sonra birkaç talebe de geldi, tedrisata da başladım.

*      *     *

O kışı seyda kendi başına talebeleri ile geçirir. Baharda düğün yapılır. Kış aylarında Şeyh Alaüddin vefat eder. Bu arada Seyda da askerlik görevini ifa eder. Askerlik görevi dönüşü Seydası ile birlikte, Qultik’li Hacı Ömer’in de teşviki ile Şeyh Muhammed Maşuk’a intisap ederler.

Seyda, Şeyh Ma’şuk’a intisap ettikten sonra artık tabiri caizse ona âşık olur. Evi, çoluk çocuğu bırakır. Seferde-haderde hep onunla beraber olur. İki sefer de beraber hacca gider.

 

 

Tabi bu arada sıkı bir şekilde riyazet ve evradına da devam eder. Üç buçuk sene sonra şeyhi ona hilafet için izin verir. Seyda hiç beklemediği bu durum karşısında şaşakalır ve itiraz eder:

-       Kurban! Biz dinimizi öğrenmek için size iltica ettik. Biz nerede hilafet nerede? der.

Üç ay kadar devam eden ısrar sonuç vermez. Neticede Seyda, hocası Molla Muhammed’den bu görevi yüklememesi için şeyhine şefaatçi olmasını rica eder. Hocası:

-       Vallahi ben seninle şeyhin arasına giremem, der.

Seyda tekrar şeyhine bu görevi kaldıramayacağını ve kendisini muaf tutmasını istirham eder. Şeyh:

-       Sadatlar verdiklerini geri almazlar, der ve son noktayı koyar.

*      *     *

 Seyda yaklaşık 15 sene Por köyünde kalır. Ağabeyleri Musa ve İbrahim de kardeşlerinin peşi sıra Por’a gelir, yerleşirler. Seyda bu arada ağabeylerini ve çocuklarının geleceğini düşünür. Bunun için de için seydası ve kayınbabası Molla Muhammed ile beraber Tatvan’a bağlı Zığak (Sarıkum) köyünde arazi satın alırlar ve bir de medrese yaparlar. Amacı, ağabeylerinin orada çiftçilik yapması kendisinin de imamlığı bırakıp sadece tedrisat ile iştigal etmesi ve kendi arazisiyle geçimini sağlamasıdır. Bunun için Ankara’ya gider bir de traktör alır. Zığak’ta yedi sene kalır. Ama Şeyhi Seydanın imamlığı bırakmasına razı olmaz.

*      *     *

Bu arada Şeyh Maşuk efendi’nin sadık müritlerinden Hazro ağalarından Farıs ağa’nın köyü Miraxura’nın[7] imamı Molla Şükrü vefat ettiğinden ağa, Şeyhinden Molla Hüseyini köyüne imam olarak göndermesini istirham eder. Şeyh’in emriyle Seyda Miraxura’ya taşınır. Amacı sadece emri imtisal etmek için altı ay kadar kalıp Zığak’a geri dönmektir. Çünkü Zığak’ta hem ev hem medrese yapmış, zirai aletlerini temin etmiş, ağabeyleri ve seydası onun için buraya taşınmışlardı. Hatta Miraxura’ya geldiğinde de köylülere ve ağaya kendisi için ev yapmamalarını, zira çok kalmadan geri döneceğini söyler. Ama takdiri ilahi orada 24 sene kalır. 1970’in sonlarında taşındığı bu köyden kısmetin geri dönmediğini gören Seyda 1977 yılında yıkık-dökük olan köyün camisini yıkar. O günün şartlarına göre modern ve donanımlı bir cami bitişiğinde de tek gözlü bir medrese inşa edip tedrisata başlar ve bu köyde kaldığı 1994 yılına kadar tedrisata devam eder.

*      *     *

1990’lı yıllarda bölgede yaşanan asayiş bozukluğu ve huzursuzluktan Miraxura da nasibini alır. Takdiri-i ilahî bu arada Seyda’nın muhibbanından merhum Hacı Şaban Kalender ile babası merhum Hacı Şakir Kalender Seyda’yı Miraxura köyünde ziyaret edip ona “Seyda kabul buyurursa biz şehirde Seyda için bir Cami, bir medrese bir de lojman yapalım. Seyda şehir merkezine taşınıp hizmetlerine orada devam etsin.” diye teklifte bulunurlar.

Seyda da yaptığı istişareler neticesinde teklifi kabul eder ve hemen inşaata başlanır. Kısa sürede inşaat tamamlanır ve Seyda 1994 yılında Yenişehir ilçesi Seyrantepe semtinde yapımı tamamlanan Şeyh Maşuk Camii ve Medresesi’ne taşınır ve vefatına kadar orada ikamet eder.

28 Şubat kararlarının kasırgasından Sayda’nın medresesi de nasibini alır. Yapılan müteaddit baskın, gözaltı ve caydırma girişimlerinden sonra 1999 yılında medrese kapatılır ve kapısı mühürlenir. Bu süre de hem misafirler hem gündüzlü okuyan talebeler evde ağırlanır. 2003 tarihinde izin alınarak mühür sökülüp kapı açılır ancak yatılı talebe alınamaz. 2006 tarihinde bina tadilattan geçirilir ve resmi Kur’an Kursu olarak hizmete açılır. Halen 55-60 civarında talebe bu kursta eğitim görmeye devam etmektedir.

Maşuk Camii Erkek Yatılı Kur’an Kursu’na açıldığı andan itibaren yoğun bir teveccüh olur ve şartlar yeni ve büyük bir kursun inşa edilmesini iktiza eder. Seyda’nın onayını aldıktan sonra Seyda’nın oğlu M. Tayyip Elçi ve merhum H. Şaban Kalender arayışa girerler. En son, şu an Kursun bulunduğu mevkiye karar verirler. Kalender ailesine ait olup bağışlanan arsa üzerine 25 Nisan 2012 tarihinde temel kazısı başlar. Allah’ın fazl-u keremi ve hayırsever yarenlerin desteğiyle, tam 14 ay sonra 25 Haziran 2013 tarihinde, her biri 400 metrekareden oluşan 5’er katlı üç bloktan oluşan ve toplamda 6000 metrekare kapalı alana sahip Suffe Yatılı Erkek Kur’an Kursu, ayrıca 14 daireden oluşan Hucurat Sitesi adıyla müderris lojmanları tamamlanıp hizmete girer. Kurs inşaatı devam ederken 400 metrekare inşaat alanına ve 800 kişi kapasiteye sahip Ravda Camii inşaatına başlanır ve kısa sürede o da hizmete girer.

Cami altındaki kursla beraber 380 öğrenci kapasitesine sahip Suffe Medresesi 2013 tarihinden itibaren tam kapasite hizmetine devam etmektedir. Seyda vefatına kadar her Salı günü sabah erkenden Suffe’ye gelir sabahtan akşama kadar talebelerin derslerini takip eder, yatsıdan sonra eve dönerdi.

Seyda’nın Mahmut ve Muhammed Tayyip isminde ikisi erkek olmak üzere on bir çocuğu vardır. Büyük oğlu Seyda Molla Mahmut Seyda’nın ikametgâhı olan Maşuk Camii Erkek Yatılı Kursu’nda ilim ve irşat hizmetini yürütürken ikinci oğlu Seyda Muhammed Tayyip Elçi de özelde Suffe Yatılı Erkek Kursu’nda hizmet ederken genelde Seyda’ya bağlı ve halen 450 civarında talebenin yatılı bulunduğu tüm medreselerinin organizesini yürütmektedir. 

Seyda Molla Hüseyin Elçi El-Botî; zühdü, takvası, salahı, tevazuu, sade hayatı ve cömertliğiyle tam bir nebevî hayat yaşadı. Sünnet-i seniyye ve şeriat-i Muhammediye’ye sıkı sıkıya bağlı olan Seyda Nakşibendiyye adabına riayet hususunda da çok titiz davranırdı.

Hayatı boyunca bir taraftan tedrisat ile uğraşıp yüzlerce talebe yetiştirmişken diğer taraftan Nakşibendî tarikatı adabı üzerine irşat hizmetlerini sürdürmüştür. İlim ve irşat hizmetine adadığı 97 yıllık bir ömürden sonra Seyda 06 Şubat 2018 tarihinde Rahmet-i Rahman’a kavuşmuş ve vasiyyeti gereği Suffe Medresesi yakınında bulunan aile kabristanında defnedilmiştir.

 Seyda… İlim ve irfanın neşrine adanmış bir ömür…

Seyda… Kur’an ve Sünnet’i merkeze alan nebevî bir hayat…

Seyda… Görenlere Allah’ı hatırlatan bir zat…

Seyda… Dünyayı elinin tersiyle itmiş, nefsini ayağının altına almış bir zahit…

Seyda… Tek derdi ümmet, tek davası İslam olan bir mürşit…

Rabbim mekânını cennet, makamını ‘âlî eylesin…

Yolunda yürümeyi mirasını sürdürmeyi nasip eylesin…



[1] Bu köy daha sonra Siirt merkeze bağlanır.

[2] Şeyh Muhyeddin’in oğlu olan bu zat aslen Şirvan’lı olup Hz. Ömer’in soyundandır.

[3] Bulanık şivesiyle “vallahi” demek.

[4] Yeni İsmiyle Arıdağ Köyü.

[5] Bu zat eski ulemadan biriydi. Hatta Şeyh Mahmud’ı Arbu askerlikten muaf olmak için onun yanında sınav olmuş seyda onu başarılı bulmuş, böylece askerliğe gitmemişti. (Seyda)

[6] Bitlis’in kuzeydoğusunda yaklaşık 15 km. uzaklıkta yeni adıyla Değirmenaltı köyü.

[7] Diyarbakır/Sur’a bağlı, Silvan yolunda D.Bakır’dan 40 km. uzaklıkta yeni ismiyle Beybulak köyü.